Hans Köchler: “İslamofobi Masum Bir Korku Değildir”

 

Yepyeni bir dünyaya tanıklık ettiğimiz bir dönemden geçmekteyiz. Artık ne Ortadoğu eski Ortadoğu ne de İslam toplumları eski toplumlar. Avrupa ve Amerika nüfusu her geçen gün daha heterojen bir yapı kazanırken Ortadoğu’da halklar, bütün dünyanın dengesini değiştirecek değişimlere ön ayak oldular. Peki bundan sonra Doğu-Batı ilişkileri nasıl şekillenecek? İslam toplumlarına dair bugüne kadar yerleştirilmiş önyargılar bir bir yıkılırken Batıda Müslüman imajının yeniden çizilmesi mümkün olacak mı? Yeni kurulan yönetimlerde İslami kimlikler nasıl bir rol oynayacak? Yeni bir dünyanın eşiğinde, yeni bir dünyanın şekillendiği günlerde Batıda İslam’ın algılanışını ve İslamofobinin kökenlerini Sonpeygamber.info olarak Profesör Hans Köchler ile konuştuk. Özellikle dinler ve kültürler arası diyalog ile ilgili çalışmalarıyla tanınan ve çok sayıda ödülün sahibi Köchler, halen Innsbruck Üniversitesi Felsefesi Bölümü’nde öğretim üyesi ve aynı zamanda Uluslararası Felsefe Akademisi’nin Eş Başkanlığını yürütmekte.

İslami öğretiler demokrasi ile birebir uyum halindedir ve İslam bir din olarak diğer dini gruplara ait insanların haklarına herhangi bir engel koymamaktadır. 

İslam dünyasında cereyan eden son gelişmeler ışığında Müslüman toplumlardaki bu değişimi nasıl değerlendiriyorsunuz? Halk hareketlerinden sonra Müslüman toplumlarda nasıl bir şekillenme süreci bizleri bekliyor?

Hans Köchler: Avrupa’daki insanlar Tunus’ta, Mısır’da, Suriye’de, Libya’da ve diğer ülkelerdeki hareketlerde insanların sadece kendi ülkeleriyle ilgili, kendi yaşam standartları ve yıllar boyu maruz kaldıkları bastırılmışlıklara karşı gelme gibi istekleri dışında bir istekleri olmadığını biliyorlar. En azından bundan başka bir istek dile getirmiş değiller. Şu anda tam bir karmaşa hakim ve ne olup ne biteceğini kimse öngöremiyor. Bütün bunlar demokrasi ile mi sonuçlanacak yoksa İslam’ın hakim olacağı bir siyasi sistem ile mi?..

 

Aslında İslami öğretiler, demokrasi ile birebir uyum halindedir ve İslam bir din olarak, diğer dini gruplara ait insanların haklarına herhangi bir engel de koymamaktadır. Dolayısıyla halk hareketlerinin gerçekleştiği bu ülkelerde gerçek bir demokrasi kurulması halinde toplumlardaki farklı gruplar hakkında endişelenmeye hiç gerek yoktur. Üstelik, insanların seçimler ve referandum yoluyla karar mekanizmasına katılabileceği gerçek bir demokrasi kurulması halinde bu ülkeler uluslararası sistemin çok daha olgun birer üyesi haline gelecektir.

Ancak bana göre çok ilginç olan birşey varsa o da, bu ülkelerdeki insanların İslami kimliklerinin  ne şekilde ortaya çıkacağı ya da çıkmasına izin verilip verilmeyeceği...

Örneğin Mısır örneğine baktığımız zaman, bugün Mısır halkının büyük çoğunluğu, dine elli yıl öncesinden daha bağlı. Bölgede bir nevi İslami bir uyanış var ve Mısırlılar arasında da İslami kimliklerin canlanışı söz konusu, ancak buna karşın hükümetleri bırakın bu insanların inançları, İslam’ın temel ilkeleriyle bile uyum halinde değildi. Dolayısıyla gerçek bir demokrasinin gelmesi halinde bütün bunlar değişecektir. Şayet adil ve özgür seçimler gerçekleştirilirse bu, insanların kendi kültürel ve dini kimliklerine dayanarak karar verebilecekleri anlamına geliyor. Aynı şey Tunus için de geçerlidir ve bu da Batı’nın da takdir etmesi gereken çok olumlu bir gelişme çünkü marjinalizasyon ve radikalleşmenin önüne ancak bu şekilde geçilebilir. Eğer insanlar kendilerini sistemin bir parçası olarak görürlerse, daha önce oldukları gibi karşıt bir duruma düşmek zorunda kalmazlar.

Sizce bu süreç, Batıda doğunun ve İslam ülkelerinin diktatörlük ve terörle özdeşleşen imajını değiştirecek midir?

Evet, Batıdaki izlenimler kesinlikle değişmekte. Bu durum gerçekten çok değişik ve hem Avrupa’da hem de İslam dünyasında çok beklenmedik bir durumdu. Bugünlerde büyük gazetelerde, medya organlarında bu türden yorumlar görüyoruz: Bu insanlar kendileri için gerçek demokrasi istiyorlar ve onun dışında şiddete yönelik hiçbir talepleri ya da eğilimleri yok. Ve şimdi birçok insan diyor ki, “Bakın, bizler Arap dünyası hakkında farklı düşüncelere sahiptik ama yanılmışız.” İnsanlar haksızlığa karşı ayaklanıyorlar ve bu Avrupalıların anlayabileceği birşey. Bence Arap dünyasındaki bu gelişmeler, Müslümanlara karşı olan korku ve Müslümanlık karşıtı bazı duyguları azalttı ama bu demek değildir ki Avrupalılar, kendi yerel Müslümanlarına karşı olan tavırlarını yeniden değerlendirmeye hazır durumdadır. Fakat Avrupa’daki asıl sorun yerel Müslüman topluluklardır. Bu topluluklar kendileriyle nüfusun çoğunluğu arasında yaşanan bir yabancılaşma sorunu yaşamakta. Ve bu yabancılaşma İslami öğretinin ya da İslami değerlerin kendisinden de kaynaklanmamaktadır; bu, Avrupalıların kendi ekonomik güvenliklerinden doğan korkularından kaynaklanmaktadır. Açık konuşmak gerekirse bugün Avrupalıların pek çoğunun din umurunda değildir, bu İslam olsun ya da başka bir din olsun, fark etmiyor. Ve din hakkında da gerçekten bilgi sahibi değiller, sadece İslam değil Hristiyanlık hakkında da... Ve o yüzden, örneğin bu başörtüsü meselesi çok yapay bir şekilde ortaya atıldı. Bu insanların gerçekten alakalı olduğu şey iş piyasasıyla ilgili. Giderek bozulan iş piyasası ile yaşam şartları, bu stereotipleri yaratan belli siyasi gruplarca istismar edilmekte. 

Açık konuşmak gerekirse bugün Avrupalıların pek çoğunun din umurunda değildir, bu İslam olsun ya da başka bir din olsun, fark etmiyor. Ve din hakkında da gerçekten bilgi sahibi değiller, sadece İslam değil Hristiyanlık hakkında da... 

O halde, İslamofobinin gerçekliğine inanıyor musunuz? Yoksa tamamen üretilmiş bir olgudur diyebilir miyiz?

Bence İslamofobi üretilmiş birşeydir. Gerçek değildir. Benim ülkem ya da diğer ülkeler olsun Avrupalıların gerçekten kalplerinden gelen birşey değildir. Buna karşın tehlikeli bir akım haline gelmiştir ve ben her zaman İslamofobinin çok hafif kaldığını söylemişimdir çünkü bu psikolojik bir terimdir. Fobi korku demektir. Dolayısıyla bu kavramın da tam karşılığı “İslam korkusu” demektir ve psikolojide farklı türlerde korkuları ifade etmek için bu tür kavramlar kullanılır. Ancak İslamofobi bu kadar masum bir vaka değildir ve ben “İslam karşıtlığının” (anti-İslamizm) daha doğru bir kavram olduğu düşüncesindeyim. Elimizde anti-Semitizm diye bir kavram var. “Semiofobi” demiyoruz. Ve bizim Avrupa’da gördüğümüz şey de anti-İslamizmdir ve çoğuncası da siyasi partilerce oluşturulmuş birşeydir ve şu anda adeta siyasi bir akım haline gelmiştir. Belli stereotiplerin yaratılması ve insanlara ne olduklarının dayatılması konusunda da oldukça başarılı bir strateji olmuştur. Çünkü şimdi bunlar oy getirmektedir. Bu korkuları istismar etmeyen, barışı ve bir arada yaşamayı destekleyen daha sorumlu bir duruş size hiçbir oy getirmeyecektir. Avrupa’da şu anda olanlar da budur. Siyasi felsefe açısından baktığımızda bunlar aslında bizim Batıda sahip olduğumuz ve temsili demokrasi olarak adlandırdığımız sistemden kaynaklanmaktadır. Çünkü siyasi partiler arasındaki rekabeti düzenleyecek açık seçik ahlaki normlar bulunmamaktadır. Örneğin Avusturya’ya baktığımızda, en son yerel seçimlerde Viyana’da Türk karşıtı ve İslam karşıtı nefret ve şiddet dolu bir kampanya yürütüldü. Mustafa adında bir Türk çocuğunun gözüne vuran bir başka çocuğun karikatürleri yüceltilmişti. Bu resmen şiddete çağrıdır, şiddete teşviktir. Ve karikatür şeklinde bile olsa bu çok ciddi birşeydir. Avusturya hukuk sisteminin aslında bunu engellemesi gerekmekteydi ancak hiçbir şey yapılmadı. Ve bunu yapan parti de şu anda en başarılı parti ve bunun pek çok örneğini Avrupa’daki diğer seçim kampanyalarında görebiliriz. Örneğin Hollanda’da da Kuran-ı Kerim, Adolf Hitler’in bir kitabına benzetilmişti ve bu yüzden de yasaklanması istenmişti. Bu da seçim politikasından kaynaklanmakta ve bu çok tehlikeli bir rekabet. Doğrudan demokrasiye sahip olan İsviçre’de bile bazı gruplar insanların duygularıyla oynamakta. Bu kadar demokratik bir yapıda bile, minareleri yasaklayan kararlar alınabiliyor, ki bana göre bunun anayasayı değiştirmek aptalca bir karardı. Bu tamamen insan haklarına karşıdır çünkü dini özgürlüklere de karşıdır fakat bugüne kadar durumu tersine çevirmek adına hiçbirşey yapılmadı.

Viyana’daki karikatür örneğinden bahsettiniz. Peki Danimarka’daki karikatür krizi ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Sizce o da kasıtlı bir eylem miydi yoksa düşünce özgürlüğünün bir ifadesi mi?

Bana göre hiçbir şekilde bir düşünce özgürlüğü vakası değildi, aksine bir propaganda kampanyası ve nefretin körüklenmesinden ibaretti. Avrupa’nın pek çok ülkesine buna karşın yasalar vardır. Örneğin Avusturya’da insanların tahrik edilmesini yasa dışı kılan bir yasamız vardır. Ve Danimarka’daki bu karikatürler de buna çok açık bir örnektir. Hiçkimse insanları tahrik etmek, önyargılar yaratmak ve dini, etnik ya da kültürel olarak farklı topluluklara karşı nefret oluşturmak için ifade özgürlüğünü kullanamaz. O yüzden bu sadece düşüncelerin dile getirildiği masum bir olay değildi ve Danimarkalılar da Müslümanların tepki göstermelerine bu kadar şaşırmamalılar. Eğer insanları kışkırtır, onların yüzlerine vurur, şerefleriyle oynar ve kimliklerini küçümserseniz, bu insanların tepki göstermeleri çok doğaldır ve göstermeleri de haklarıdır.

İslamofobi masum bir vaka değildir ve ben “İslam karşıtlığının” (anti-İslamizm) daha doğru bir kavram olduğu düşüncesindeyim. Ve bizim Avrupa’da gördüğümüz şey de anti-İslamizmdir ve çoğuncası da siyasi partilerce oluşturulmuş bir şeydir ve şu anda adeta siyasi bir akım haline gelmiştir.

Medeniyetler çatışması tartışmasına gelecek olursak... Medeniyetlerin çatıştığı bir noktada mıyız sizce?

Korkarım ki ülkeler çapında düşünecek olursak, Avrupa ülkelerinin çoğunda medeniyetler çatışması kendi kendini gerçekleştiren bir kehanet halini almış durumda. Eğer birisi sürekli bir tehlikeden bahseder ve insanları sürekli bu konuda uyarırsa, kendisi de bu tehlikeye katkıda bulunur. Şu anda Avrupa’da da gördüğümüz bu ve bu çok talihsiz bir durum. Açıkça söylemek gerekirse, ben bir Avusturyalı olarak, hayatım boyunca Avusturya’da yaşadım ve benim diyalog üzerine düşünmeye başladığım 1970’ler ile –ki o zamanlar kimse bu konularla ilgilenmiyordu- bugünü karşılaştırdığımda ben kendi ülkemi tanıyamıyorum. Sanki başka bir ülke haline gelmiş durumda çünkü Müslüman karşıtlığı ve özellikle de Avusturya’da Türk karşıtlığı giderek daha da yayılmakta. Ve bu sadece eğitimsiz insanlar arasında değil, entelektüeller arasında da böyle. Müslümanların tehdit olarak algılanması mantıkdışı olduğu kadar duygusal bir tepki. Bu aynı zamanda nevrotik bir tavır çünkü bizler Avrupa’da kendi dinimizi de terk ettik. Belki Avrupalıların yüzde doksanı dinini yaşamıyor. Dini sadece törenlerde kullanıyorlar, fakat bu da çok yüzeysel. Kilisenin artık hiçbir otoritesi yok. Fakat şimdi aniden bu İslam karşıtı hareket yüzünden insanlar Hristiyan kökenlerini yeniden keşfettiler ve Müslümanların işgallerine karşı Hristiyan kimliklerini korumaları gerektiğini söylüyorlar. Bu gerçekten giderek daha da cepheleşen bir durum ve ülkeler düzeyinde bir medeniyetler çatışmasından bahsedebiliriz.

O halde bu sorunun üstesinden gelmek için çözüm nedir sizce?

Ülkelerin iç sorunları çerçevesinde Müslümanların, yaşadıkları toplumlarda daha aktif rol almaları gerekiyor. Ben bunu bugüne kadar pek göremedim. Bana öyle geliyor ki Müslümanlar tartışmalarda pek yer almıyor. Fakat bütün bu olaylar onların başına geliyor. Elbette ki şunun da farkına varmalıyız ki, örneğin Avusturya’daki Türkler genellikle işçiler. Profesör ya da başka mesleklere sahip değiller. Keşke Avusturya’da daha fazla Türk entelektüel olsa ve toplulukları adına konuşabilselerdi. Ortalama Avusturyalılar Türkleri çok iyi tanımıyorlar, sadece gazetelerde ve televizyonlarda gördükleri kadarıyla biliyorlar. Dolayısıyla Avrupalıların Türkler ve Müslümanlar hakkında bildikleri gerçek bilgiler değil. Bir de, benim çok üzüldüğüm bir şey de, kendi dini kurumlarımızın pasif kalmasıdır. Ben şahsen Viyana’daki kardinalliğin, İslam karşıtı duruşun Hristiyanlığın öğretilerine göre günah olduğunu belirten bir ifadesine denk gelmedim. Müslümanları aşağılamak ve şiddet eylemlerine çağrıda bulunmak Hristiyanlığın öğretilerine tamamen aykırıdır. Hiçkimse bunu dile getirmiyor, aksine Papa, Bizans imparatorunun İslam’ı kötüleyen sözlerini alıntılamıştı. Papa’nın bu konuşmasının hemen ardından Avusturya’daki sağcı partinin lideri hemen bir açıklamada bulundu ve dedi ki, “Bakın! Endişelerimizde haklıyız!” Eğer Kilise yönetimi de açık ve net bir tavır ortaya koyarsa bunun da kesinlikle bir etkisi olur.

Intro
http://www.sonpeygamber.info/